SELMAN-I FARİSİ
İçindekiler
- Seçkin ve meşhur sahabelerden biri.
- Samimî, mütevazı idi.
- Efendimizin (sav) saçını traş ettiği için kendisine “Selman-ı Pak” denilmiştir.
- Güzel ahlâkı ve üstün gayretleri olan sahabi.
Selman-ı Farisi’nin Hayatı
Selman-ı Farisi, İran asıllıdır ve İsfahan’ın Cayy kasabasında dünyaya gelmiştir. Allah yolunda fedakarlıklar gösterdi. Efendimize (sav) ayrı bir muhabbeti vardı. Gece olunca namaz kılar namazda yorulunca Allah’ı zikreder bundan da yorulunca tefekkür ederdi. Hicri (34-36), Miladi (654-656) senesinde Medain de vefat etmiştir. (Müslim İmare, 165)
Selman-ı Farisi’nin Doğumu
Seçkin ve meşhur sahabilerden biri. İran asıllı olup, İsfahan’ın Cayy kasabasında doğmuştur. Bir rivayete göre de doğum yeri Râmehürmüz’dur. Doğum tarihi hakkında bilgi bulunmamaktadır. Selman (r.a)’ın Müslüman olmadan önceki ismi, Mabah b. Buzahşan’dır. Müslüman olduktan sonra Selman ismini almıştır. Künyesi Ebu Abdullah’tır. Ona nesebi sorulduğu zaman; “Ben; Selman b. İslam’ım” demiştir. [İbn Sa’d Tabakâtül Kübra, Beyrut (t.y.), IV, 75; İbnul-Esir, Üsdül-Ğabe, II, 417; İbn Hacer el-Askalani, el-İsâbe, Bağdat (t.y.), ll, 62].
Selman-ı Farisi Hikayesini Şöyle Anlatır
Selman-ı Farisi Allah’ı aramak için harcadığı ibret dolu hikayesini öğrencisi olan İbn-i Abbas a şöyle anlatır: “Ben, Isbahan’ın Ceyy isimli köyünde yaşardım. Babam köyümüzün dînî lideri idi. Hayatta en çok sevdiği kişi bendim. Bu aşırı sevgisi sebebiyle beni yanından hiç ayırmaz, kız evlâdı gibi dâimâ evde tutardı. Babamın dîni olan Mecûsîliğe (Ateşperestliğe), kendimi o kadar kaptırmıştım ki, ateşe bakma işini bile üzerime almıştım. Onun bir an olsun sönmesine izin vermezdim. Bir gün babamın işi olduğu için çiftliğimize beni gönderdi. Yolda bir Hristiyan kilisesine rastladım. Merakla yaptıklarını seyrettim ve; “Vallahi bu bizim dinimizden daha hayırlıdır.” deyip Güneş batıncaya kadar oradan ayrılmadım. Çiftliğe ise hiç gitmedim. Onlara: “Bu dinin aslı nerededir?” dedim. Şam’da olduğunu söylediler. Akşamleyin babam durumu öğrenince, kaçmamdan korktuğu için ayağıma bir bukağı (kelepçe) vurdu ve beni eve hapsetti. Kilisedeki Hristiyanlara; “Yanınıza Şam’dan bir ticaret kâfilesi geldiği zaman bana bildirin!” diye haber gönderdim. Nihâyet Hristiyan tüccarlar ile Şam’a gittim. İlim yönünden en üst seviyedeki din adamının kim olduğunu sorup öğrendim ve hemen yanına vardım: “Ben bu dine girmek, senin yanında kalıp kilisede hizmet etmek ve seninle birlikte ibadet etmek istiyorum” dedim ve kilisede kalmaya başladım.
Şam Piskoposu (baş papazı) kötü ve muhteris bir adamdı. Hristiyanlara sadaka vermelerini emreder, toplanan malları kendisi için biriktirir, yoksullara bir şey vermezdi. Böylece yedi küp dolusu altın ve gümüş biriktirmişti. Yaptıklarını gördükçe kinleniyordum. Nihâyet bir gün öldü. Hıristiyanlara: “Bu, kötü bir adamdı. Sadaka vermenizi emreder, getirdiklerinizi kendine saklar, yoksullara bir şey vermezdi!” dedim ve hazinesini gösterdim. O zaman: “Vallahi biz onu asla gömmeyiz” dediler.
Ölüsünü astılar ve taşa tuttular! Onun yerine kiliseye başka bir din adamı getirdiler. Cemaati içinde ondan daha faziletli, onun kadar dünyayı hiçe sayan, ahirete rağbet eden, gece gündüz ibadet eden bir kimse görmedim. Bu zât vefat edeceğinde ben ona: “Ey kıymetli din adamı! Ben senin yanında bulundum. Senden önce hiç kimseyi, seni sevdiğim kadar sevmedim! Görüyorsun ki sana Allah’ın emri gelmiş durumda. Bana ne yapmamı ve kime gitmemi tavsiye edersin?” dedim.
Bana: “Evlâdım! Buralarda benim yolumda giden bir kişi bilmiyorum. Salih insanlar ölüp gittiler. Yaşayanlar da dinin aslî hükümlerini değiştirip çoğunu da terk ettiler. Yalnız Musul’da bir zât vardır. O, benim tuttuğum yol üzeredir. Sen onun yanına git!” dedi.
Bu muhterem zât vefat edince Musul’daki dostunun yanına gittim. O ölünce, tavsiyesi üzerine Nusaybin’deki, ondan sonra da Ammûriye (Eskişehir yakınlarında bir yer)’deki zâtın yanına gittim. Ammûriye’de bir miktar davar sahibi de oldum. Nihâyet oradaki din adamına da Allah’ın emri gelip çattı. Bana: “Evlâdım! Vallahi bugün yeryüzündeki insanlardan yanına gitmeni tavsiye edebileceğim, bizim düşüncemizde olan hiç kimse bilmiyorum! Fakat Ahir Zaman Peygamberinin gelmesi çok yaklaşmış, gölgesi üzerimize düşmüştür! O Peygamber, İbrahim ‘in dini üzere gönderilecektir. Kendisi Arap topraklarında zuhûr edecek, iki kara taşlık arasındaki hurma bahçeleri bulunan bir yere hicret edecektir. O, hediyeden yer, sadakadan yemez. O’nun iki kürek kemiği arasında da peygamberlik mührü vardır. Eğer o diyarlara gitmeye gücün yeterse git, hemen yola düş! dedi. Bir müddet sonra Kelb Kabilesinden bazı tüccarlarla karşılaştım. Onlara: “Beni Arap diyarına götürünüz, ben de ücret olarak şu davarlarımı size vereyim.” dedim, kabul ettiler. Vâdi’l-Kurâ’ya vardığımızda bana zulmettiler ve beni köle olarak bir Yahudi’ye sattılar. Oradaki hurma ağaçlarını görünce; Burası Ahir Zaman Peygamberinin hicret yurdu mu acaba? diye ümitlendimse de tam kānî olmadım. Sonra, Kurayzaoğulları’ndan sahibimin amcaoğlu geldi ve beni satın alıp Medîne-i Münevvere’ye götürdü. Vallahi Medine’yi görür görmez oranın hicret yurdu olduğunu anladım. Bir gün hurma ağacının üstünde çalışıyor, sahibim de ağacın gölgesinde oturuyordu. O esnada amcasının oğlu gelip: “Allah, Evs ve Hazrec kabilelerinin belâsını versin! Vallahi onlar Küba köyünde, Mekke’den gelen ve peygamber olduğunu iddia eden bir zatın başına toplanmışlar!” dedi. Bunu işitir işitmez beni öyle bir titreme tuttu ki, neredeyse efendimin üzerine düşecektim: “Ne dedin? Ne dedin?” diyerek hemen hurma ağacından indim. Sahibim kızdı, bana şiddetli bir tokat vurup: “Seni ne ilgilendirir? Sen işine bak!” dedi. Akşam olunca, biriktirmiş olduğum az miktarda bir yiyeceği de yanıma alıp Kubâ’da bulunan Resulullah ‘a (sav) gittim: “Sen’in salih bir zât olduğunu işittim. Etrafında da muhtaç ve kimsesiz sahabelerin varmış! Yanımda sadaka olarak ayırdığım bazı şeyler vardı. Durumunuzu öğrenince sizi buna daha lâyık gördüm!” diyerek o yiyecekleri kendisine takdim ettim. Resulullah Efendimiz (sav) ashabına: “Alınız, bunu yiyiniz!” buyurdu ve kendisi ondan yemedi. Kendi kendime; “Bu bir!” dedim.
Sonra O’nun yanından ayrılıp yerime döndüm. Yine bir şeyler biriktirdim. O esnada Allah Resulü de Medine’ye gelmişti. Yanına varıp: “Senin sadakadan yemediğini gördüm. Bu, sana ikram olmak üzere hazırladığım bir hediyedir!” dedim. Resûlullah bu defa ondan yedi ve ashabına da yemelerini söyledi. “Bu iki!” dedim.
Bir gün Allah Resulü bir cenaze münasebetiyle Cennetü’l-Bakî’ye gitmiş, ashabının arasında oturuyordu. Üzerinde, her tarafını bürüyen iki parça ihram vardı. Huzûr-i âlîlerine çıkıp selâm verdim. Sonra da Peygamberlik Mührü’nü görebilir miyim diye arka tarafına geçtim. Allah Resulü niyetimi anlayıp sırtındaki ridâyı sıyırdı. Mührü görür görmez tanıdım, üzerine kapanıp öptüm ve ağlamaya başladım. Âlemlerin Efendisi (sav): “Bu tarafa dön!” buyurdular. Gelip önlerinde oturdum. Başımdan geçenleri anlattım. Benim bu kıssamı ashabının da işitmiş olması, Resulullah (sav) ‘ı pek memnun etti…” (Ahmed, V, 441-444; İbn-i Hişâm; I, 233-242; İbn-i Sa‘d, IV, 75-80)
Ehli Beytten Olan Sahabe: Selman-ı Farisi
Selman-ı Farisi Allah yolunda fedakarlıklar gösterirdi. Peygamber Efendimiz ‘e (sav) ayrı bir muhabbeti vardı. Sünneti Seniyye ye bağlıydı. Bu özelliklerinden dolayı Selman-ı Farisi Ehl-i Beytten sayılmıştır. Allah yolunda gösterdiği çabalar ve yaptığı fedakarlıklardan ötürü önemli biri haline gelmişti. Bu nedenle Ensar ve Muhacir “Selman bizdendir” diyerek onu başkaları ile paylaşmaz olmuştu adeta. Efendimiz (sav) bu durumun arasını bulmak için şunları söylemiştir: “Selman bizdendir, Ehl-i Beyt ’tendir!” buyurdular.
Efendimiz (sav) dostlarını tarif ederken şu mübarek ifadeleri kullanmıştır: “Dikkat edin, benim dostlarım babamın ailesi değildir. Benim asıl dostlarım, Allah Teâlâ ve salih mü’minler dir.” (Müslim, Îmân, 366; Buhârî, Edeb, 14)
“Şüphesiz benim asıl dostlarım müttakîlerdir.” (Ebû Dâvûd, Fiten, 1/4242)
Selman-ı Farisi ye Selman-ı Pak Denilmesi
Selman-ı Farisi Efendimizin (sav) mübarek saçını traş eder ve berberlerin piri olarak kabul edilirdi. Bu nedenle kendisine “Selman-ı Pak” denilmiştir.
Efendimiz (sav) vefat ettikten sonra Hz. Ebubekir ‘in sohbetinden ayrılmayan Selman-ı Farisi gerek zahiri gerek batıni ilimlerde yüksek derece elde etmiştir.
Selman-ı Farisi’nin Özellikleri Nelerdir?
Gece olunca namaz kılar, namazda yorulunca Allah’ı dili ile zikreder, bundan da yorulunca tefekkür ederdi. Daha sonra kendi kendine: “Dinlendin artık, haydi namaza kalk!” derdi. Bir müddet namaz kılınca diline: “Yeterince dinlendin, haydi Allah’ı zikret!” derdi. Gecenin büyük bir kısmı böyle geçerdi. Selman-ı Farisi samimi Ehli Hak dostuydu.
İran ‘ın Medain şehri fethedildiği zamanda Hz. Ömer Selman-ı Farisi yi oraya vali olarak atadı. İnsanlara adil ve nazik davrandığı için halk kendisini çok sevmişti. Kıymetli sözleri ve hikmetli nasihatleri ile her daim İslam’ı anlattı. Güzel ahlaklı ve üstün ilmi ile İslam’ın hızla yayılmasına vesile olmuştur.
Selman Medain valisi iken bir gün Şam dan Teymoğulları kabilesinden biri yanında bir yük incirle gelmişti. Selman ı tanımıyordu. Ona: “Gel şunu taşı!” dedi.
Selman (r.a.) gitti, yükü sırtlandı. Halk kendisini görünce tanıdı. Adama: “Yükünü taşıyan bu zât vâlidir!” dediler. Şamlı derhâl: “Özür dilerim, seni tanıyamadım.” Dediyse de Selman (r.a.): “Zararı yok, yükü gideceğin yere götürünceye kadar bırakmayacağım.” Dedi.
Yükü bırakınca da sahibine şu nasihatte bulundu: “Benden sonra artık hiç kimseyi kesinlikle hakir görme!”
Yine bir gün bir şahıs kendini Selman-ı Farisi nin yanında övüyordu. Selman ona: “Bana gelince, ben bedenî olarak necis ve sevimsiz bir sudan, yani nutfeden yaratıldım. Vefatımdan sonra da bedenim kokuşmuş bir cîfe hâline gelecek. Ondan sonra da, amellerin tartıldığı mîzânın başına gideceğim. Eğer, hasenâtım ağır basarsa, işte o zaman ben kerîm ve değerli biri olurum; yok hafif gelirse, kötülerin en kötüsü olurum.” Hânî, Hadâik, s. 295.
Biri Selman-ı Farisi nin hamur yoğurduğunu görünce: “Hizmetçin nerede?” diye sordu. Selmân (r.a.) şöyle dedi: “Onu bir iş için gönderdim; iki işi de ona vermeyi münâsip görmedim. Hem onu bir işe göndermek, hem de buradaki işini yapmamak doğru olmaz, haksızlık olur!”
Selman-ı Farisi nin Vefatı
Vefatı yaklaşan Selman-ı Farisi hanımına: “Daha evvel sana verdiğim misk kesesini getir! Onu biraz suyla karıştırıp etrafıma serp! Biraz sonra misafirlerim gelecek. Onlar yiyip içmezler, ancak güzel kokuyu severler” dedi. (Meleklerin güzel kokudan hoşlandıklarını kastediyordu.)
Hanımı söylenileni yapıp dışarı çıktı. Bir ses duyup geri dönmüş ve eşi Selman-ı Farisi nin vefat ettiğini görmüştür. Hicrî 34 veya 36, milâdî 654 veya 656 senesinde Medâin’de vefat etti. (Müslim, İmâre, 165)