Tevbe suresii nedir? Tevbe suresii kaçıncı suredir? Tevbe suresii ile ilgili Resulullah’ın söylediği hadisler şunlardır;
BAKARA SURESİ HADİSLERİ
Bakara Suresi hadisleri nelerdir? Bakara Suresi hadisleri ‘nin dindeki hükmü nedir? Bakara Suresi hadisleri ile ilgili Resulullah’ın söylediği hadisler şunlardır;
- Hazreti Peygamber (sav)’i işittim, diyordu ki: “Kur’an-ı Kerim’i okuyun. Zira Kur’an, kendini okuyanlara kıyamet günü şefaatçi olarak gelecektir.” Zehraveyn’i yani Bakara ve Al-i İmran surelerini okuyun! Çünkü onlar kıyamet günü, iki bulut veya iki gölge veya saf tutmuş iki grup kuş gibi gelecek, okuyucularını müdafaa edeceklerdir. Bakara suresini okuyun! Zira onu okumak berekettir. Terki ise pişmanlıktır. Onu tahsil etmeye sihirbazlar muktedir olamazlar.” (Bir rivayette şu ziyade mevcuttur: Bir rekatta, secdeden önce, bir kul onu okur, sonra da Allah’tan bir şey isterse Allah istediğini mutlaka verir.”) Müslim, Müsafirin, 252, (804)
- Resulullah (sav) kalabalık bir askerin katıldığı orduyu sefere çıkardı. Askerlere Kur’an okumalarını tenbihledi. Ayrıca teker teker görerek her birine Kur’an’dan bildikleri yerleri okumalarını tenbihliyordu. Derken sıra yaşça en genç birisine gelmişti. Ona: “Kur’an’dan sen ne biliyorsun ey falanca?” diye sordu. Genç: “Ben,” dedi, “falan falan sureleri ve bir de Bakara suresini biliyorum.” Resulullah (sav): Yani sen Bakara’yı biliyor musun?” diye sordu. “Evet!” cevabı üzerine: “Haydi yürü, seni askerlere komutan tayin ettim” dedi. Askerlerin ileri gelenlerinden biri atılıp: “Yemin olsun, Bakara’yı ezberlememe mani olan şey, hükümleriyle amel edememek korkusundan başka bir şey değildir” dedi. Resulullah (sav) şu tenbihte bulundu: “Kur’an’ı öğrenin ve onu okuyun. Kur’an-ı Kerim’in onu öğrenip okuyan ve onunla amel eden kimse için durumunu, içi ağzına kadar misk dolu bir kutuya benzetebiliriz. Bu her tarata koku neşreder. Kur’an’ı öğrendiği halde, ezberinde olmasına rağmen okumayıp yatan kimse de ağzı sıkıca bağlanmış, hiç koku neşretmeyen misk kabı gibidir.” Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 2, 2879
- Resulullah (sav)’ın şöyle söylediğini işittim: “Kıyamet günü Kur’an-ı Kerim ve ona dünyada iken sahip çıkıp onunla amel edenler getirilirler. Bu gelişte. Bakara ve Al-i İmran süreleri Kur’an-ı Kerim’in önünde yer alırlar.” Resulullah (sav) bir iki sure için üç teşbihte bulundu ki, bir daha onları unutmadım. Şöyle demişti: “Onlar sanki iki bulut veya aralarında nur ve aydınlık olan iki siyah gölgelik veya sahiplerini müdafaa vaziyeti almış saflar halinde iki kuş sürüsü gibidirler.” Müslim, Müsafirin 253, (305), Tirmizi. Sevabu’l-Kur’an 5, (2886)
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin, içerisinde Bakara suresi okunan evden şeytan kaçar.” Müslim, Müsafirin, 212, (780), Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 2, (2780)
- Müslim’in bir rivayetinde yukarıdaki hadise şu ziyade yapılmıştır: “Resulullah (sav) buyurdu ki: “Sizden biri mescidde namazı bitirdi mi, namazından evine de bir pay ayırsın. Zira Cenab-ı Hakk, namazlarından evine de hayır yaratacaktır” Müslim, Misafirin 210, (778)
- Resulullah (sav) şöyle buyurdular: “Bakara Suresinin sonundaki iki ayeti geceleyin kim okursa o iki ayet ona kafi gelir.” Buhari, Megazi 12, Fedailu’l-Kur’an 10, 17, 37, Müslim, Müsafirin 255, 256, (807-808), Ebu Davud, Salat 326, (1397), İbnu Mace, 183, (1369), Tirmizi, Sevabu’l-Kur’an 4, (2884)
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Allah, arz ve semavatı yaratmazdan iki bin yıl önce bir kitap yazdı. O kitaptan iki ayet indirip onlarla Bakara suresini sona erdirdi. Bu iki ayet bir evde üç gece okundu mu artık şeytan ona yaklaşamaz.” Tirmizi, Sevabu’l Kur’an 4, 2885.
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Beni İsrail’e: “Kapıdan secde ederek girin ve (dileğimiz günahlarımızın) dökülmesidir deyin, ta ki hatalarınız bağıştansın” (Bakara 58) denildi. Ama onlar (emri değiştirdiler de kapıdan kıçları üzerine sürünerek girdiler ve “kılın içinde bir tane” dediler.” Müslim, Tefsir 1, (3015), Buhari, Enbiya 28, Tefsir, Sure 2, 5, 4, 7, Tirmizi, Tefsir, Bakara (2959)
- Biz karanlık bir gecede Resulullah (sav) ile birlikte bir seferde idik. Kıble istikametini bilemedik. Herkes kendi istikametine yönelerek namazını kıldı. Sabah olunca durumu Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’e açtık. Bunun üzerine şu ayet indi. “…Nereye yönelirseniz Allah’ın yönü orasıdır (Bakara, 115).” Tirmizi, Tefsir, Bakara (2960), Salat 354, (345)
- Ömer İbnu’l-Hattab (r.a) Hazreti Peygamber (sav)’e hitap ederek: “Ey Allah’ın Resulü (tavaftan sonra kılınan iki rek’atı) Makam’ın gerisinde kılsak (daha iyi olmaz mı?)” diye bir temennide bulunmuştu, hemen şu ayet nazil oldu: “İbrahim’in makamını namazgah yapın…” (Bakara, 125). Buhari, Tefsir, Bakara 9, Ahzab 8, Müslim, Fezailu’s-Sahabe 2, (2399), Tirmizi, Tefsir, Bakara (2963)
- Resulullah (sav) Medine’ye gelince, önce Ensar’dan olan ecdadının -veya dayılarının- yanına indi: O zaman namazlarını on altı veya on yedi ay boyunca Beytu’l-Makdis’e doğru kıldı. Ancak kıblenin Kabe’ye doğru olmasını arzuluyordu. (Kabe’ye doğru) kıldığı ilk namaz da ikindi namazı idi. Bu namazı Resulullah (sav)’la birlikte ashabtan bir grup kimse kılmıştı. Bu namazı kılanlardan biri, oradan ayrılınca bir mescide rastladı. Cemaati namaz kılıyordu ve tam rükü halinde idiler. Adam onlara: “Şehadet ederim ki Hazreti Peygamber (sav)’le Kabe’ye doğru namaz kıldık” dedi. Cemaat oldukları yerde Kabe’ye yöneldiler. Müslümanların Beytu’l-Makdis’e doğru namaz kılmaları Yahudilere memnun ediyordu. Yüzler Kabeye doğru yönelince Yahudiler bundan hiç memnun kalmadılar. Arkadan hemen şu mealdeki ayet nazil oldu: “Yüzünü göğe çevirip durduğunu görüyoruz…” (Bakara, 144). Beyinsiz Yahudiler dedikoduya başladılar: “Uyageldikleri kıbleyi niye değiştirdiler?” De ki: “Doğu da batı da Allah’ındır. Allah dilediğini doğru yola hidayet eder” (Bakara, 144). Buhari, İman 30, Tefsir, Bakara 12, 18, Salat 31, Müslim, Mesacid 11, (525), Tirmizi, Bakara (2966), Salat 252, 339, Nesai, Kıble 1 (2, 60) Salat 22, (1, 242)
- Müslim ve Ebu Davud’un Enes (r.a)’ten rivayet ettikleri bir diğer hadis şöyledir: “Onlar Beytu’l-Makdis’e doğru yönelmiş halde, sabah namazının rüküunda iken, Beni Seleme’den bir adam kendilerine uğradı ve: “Kıble istikameti Kabe’ye çevrildi” dedi. Bu sözünü iki kere tekrar etti. Cemaat rüküda iken Kabe’ye yöneldiler.” Müslim, Mesacid 15, (527), Ebu Davud, Salat 206, (1045)
- Ayet-i kerimenin emriyle Hazreti Peygamber (sav) kıbleyi Kabe’ye yöneltince Müslümanlar sordular: “Ey Allah’ın Resulü, Beytü’l-Makdis’e yönelerek namaz kılmış ve şimdi ölmüş olan kardeşlerimizin namazları ne olacak?” Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Senin yöneldiğin istikameti, peygambere uyanları, cayanlardan ayırd etmek için kıble yaptık. Doğrusu Allah’ın yola koyduğu kimselerden başkasına bu ağır bir şeydir. Allah imanlarınızı (ibadetlerinizi) boşa çıkaracak değildir” (Bakara, 143). Ebu Davud, Salat 16 (4680), Tirmizi, Tefsir, Bakara (2968)
- Hazreti Peygamber (sav) buyurdular ki: “(Kıyamet günü) Hazreti Nuh (a.s) ve ümmeti gelir. Cenab-ı Hakk ona: “Tebliğ ettin, dinimi duyurdun mu?” diye sorar. Nuh (a.s): “Evet, ey Rabbim” diye cevap verir. Rabb Teala bu sefer ümmetine sorar: “Nuh (a.s) size tebliğ etmiş miydi?” “Hayır!” bize peygamber gelmedi” derler. Rabb Teala Hazreti Nuh (a.s)’a yönelerek: “Söylediğin şey hususunda sana kim sahicilik edecek?” diye sorar. Nuh (a.s): “Muhammed (sav) ve ümmeti!” der ve Muhammed (sav)’nın ümmeti: “Nuh tebligatta bulundu” diye şehadette bulunur. Bu duruma şu ayet işaret eder: “Biz böylece sizleri vasat bir ümmet kıldık, ta ki insanlara karşı şahitler olasınız” (Bakara, 143). Buhari, Tefsir, Bakara 13, Enbiya 3, İ’tisam 19, Tirmizi, Tefsir, Bakara (2965), İbnu Mace, Zühd 34, (4284)
- Tirmizi’nin rivayetinde şu ziyade vardır: “(…Nuh kavmi): “Bize ne bir korkutucu, ne de başka biri, hiç kimse gelmedi” derler. Tirmizi, Tefsir, Bakara (2965)
- Hazreti Aişe ‘ye (r.a) şu (mealdeki) ayet hakkında sordum: “Şüphesiz ki Safa ile Merve Allah’ın şeairlerindendir. Kim Kabe’yi hacceder veya umre yaparsa, bu ikisini de tavaf etmesinde bir beis yoktur.” (Bakara, 158). Dedim ki: “Kasem olsun (ayetten) Safa ve Merve’yi tavaf etmeyenlere de bir günah yoktur (manası çıkmaktadır). “Bana dedi ki: Ey kız kardeşimin oğlu söylediğin ne kadar çirkin! Ayetin, senin te’vil ettiğin manada olması için, “onları tavaf etmeyene herhangi bir günah terettüp etmez” şeklinde olmalıydı. Halbuki ayet Ensar hakkında inmiştir. Bunlar Müslüman olmazdan önce, Müşellel’deki azgın Menat’a tapınıyorlar, ona telbiye getiriyorlardı. Menat’a telbiye getirenler, Safa ile Merve arasında tavaf etmekten çekiniyorlardı. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Safa ve Merve Allah’ın şeairindendir…” ayetini indirdi. Aişe (r.a) şunu da söyledi: “Resulullah (sav) Safa ile Merve arasında tavafta bulunmayı sünnet kıldı. Bunu terk etmek kimseye caiz olmaz.” Zühri der ki: Ebu Bekr İbnu Abdi’r-Rahman’a bu hadisi haber verdim. Bana şunu söyledi: “Ben bu bilgiyi (hadisi) duymamıştım. Ben alimlerden bazılarını dinledim şöyle diyorlardı: “Hazreti Aişe’nin Menat için telbiye getirenlerden haber verdikleri dışında kalan halkın tamamı Safa ve Merve’yi tavaf ediyorlardı. Ne zaman ki Cenab-ı Hakk Kur’an-ı Kerim’de tavafından bahsedip Safa ve Merve’den söz etmeyince: “Ey Allah’ın Resulü! Biz Safa ve Merve’yi tavaf ediyorduk. Halbuki Cenab-ı Hakk Kabe’nin tavafını emrediyor, Safa ve Merve’den bahsetmiyor, Safa ve Merve’yi tavaf etmemizde bize bir mahzur var mı?” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Safa ve Merve Allah’ın şeairindendir. Öyle ise kim Beytullah’a hac yapar veya ümre ziyaretinde bulunursa Safa ve Merve’yi de tavaf etmesinde bir günah yoktur” ayetini indirdi. Ebu Bekr İbnu Abdirrahman der ki: “Ben bu ayetin, (yukarda zikredilen) her iki grub hakkında da inmiş olduğunu görüyorum. Yani, hem cahiliye devrinde Safa ve Merve’yi tavaftan çekinenler hakkında inmiştir, hem de öncekileri tavaf ettikleri halde. İslam’dan sonra -Allah’ın Kabe’yi tavaf etmeyi emretmiş olmasına rağmen Safa ve Merve’yi zikretmemiş olması sebebiyle- bunları tavaftan çekinenler hakkında inmiştir. Safa ve Merve’nin de (Kur’an’da) zikri Kabe’yi tavaf emrinden sonra gelmiştir. Buhari, Hacc 79, Umre 10, Tefsir, Bakara 21, Müslim, Hac, 260-263 (1277), Ebu Davud, Menasik 56, (3901), Tirmizi, Tefsir, Bakara (2969), Nesai, Menasik 168, (5, 238-239), Muvatta, Hacc 129, (1, 373)
- Mücahid, İbnu Abbas ‘tan rivayet ettiğine göre şunu anlatmıştır: “Benİ İsrail’de kısas vardı, fakat diyet yoktu. Cenab-ı Hakk Muhammed ümmetine şöyle buyurdu: “Öldürülenler hususunda size kısas farz kılınmıştır. Hür hür ile, köle köle ile, kadın kadın ile kısas edilir. Öldüren, ölenin kardeşi tarafından affedilmişse, kendisine örfe uymak ve affedene güzellikle (diyet) Ödemek gerekir” (Bakara, 178). Buradaki “afv’dan maksad, amden öldürmelerde kişinin diyet almayı kabul etmesidir. “Örfe uygun ve affedene güzellikle ödemek”e gelince, bundan maksad (mağdur tarafın) örfe uygun miktarda bir diyet istemesi, öbürünün de bunu güzellikle ödemesidir. Ayetin devamındaki: “Bu, Rabbinizden bir hafifletme ve bir rahmettir” ibaresi de, “sizden öncekilere farz kılınanlarda olmayan bir hafifletme” demektir, (çünkü onlara diyet imkanı tanınmamıştı). Ayetin son kısmı olan “Bundan sonra tecavüzde bulunana elim azap vardır” ibaresinden diyet almayı kabul etmesine rağmen (kan davası güderek) katili öldüren kimse kastedilmektedir.” Buhari, Tefsir, Bakara 2, 23, Diyat 8, Nesai, Kasame 27, (8, 36,37)
- Ata’nın anlattığına göre, İbnu Abbas (r.a) şu ayeti okurken dinlemiştir: “Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir” (Bakara, 184). İbnu Abbas Radıyallahu Anh ayeti okuduktan sonra ilave etti: “Bu ayet, oruç tutmaya tahammül edemeyen yaşlı erkek ve yaşlı kadın hakkında mensuh değildir. Onlar da her bir günün orucu yerine bir fakir doyururlar.” Buhari, Tefsir, Bakara 25, Nesai, Siyam 63 (4, 190-191), Ebu Davud, Savm 3, (2318), Sıyam 2, (2316)
- Ebu Davud merhumun bir rivayetinde şu ziyade var: “İbnu Abbas dedi ki: “Oruca dayanamayanlar, bir düşkünü doyuracak kadar fidye verir” (Bakara, 184) ayeti şu demektir: “Onlardan kim orucuna mukabil bir fakiri doyuracak kadar fidye vermek isterse fidye verir ve böylece orucunu tutmuş sayılır.” Cenab-ı Hak buyurmuştur: “Kim (vacip miktardan) daha fazla fidye verirse bu kendisi için daha hayırlı olur. Orucu (yiyip de fidye vermek yerine) bizzat tutmanız daha hayırlıdır” (Bakara, 184). Sonra Cenab-ı Hakk şöyle buyurdu: “Sizden kim Ramazan ayına ulaşırsa orucu tutsun. Kim de hasta olur veya yolcu bulunursa yediği miktarda başka günlerde oruç tutar.” Ebu Davud, Savm 2 (2316)
- Yine Ebu Davud’un bir başka rivayetinde şöyle denmektedir: “(Ramazan’da orucu yiyip, fidye ödemeye ruhsat veren ayet) hamile ve emzikli kadınlar için sabittir, mensuh değildir.” Nesai’de rivayet şöyledir: “Orucu tutmaya dayanamayanlar orucu kendilerine (tahammül edilmez) bir meşakkat addedenler için bir yoksula yetecek kadar fidye gerekir. Ayetin “Kim de hayır düşünerek (bir fakire yetecek miktardan fazlasını) verirse” hükmü mensuh değildir, bu onun için daha hayırlıdır. (Fidye vermektense) oruç tutmanız daha hayırlıdır. Ayetteki ruhsat, oruca takat getiremeyen veya şifasız hastalığa yakalananlar içindir.” Nesai, Sıyam 63, (4,190-191)
- Oruca takat getiremeyenler, bir fakire yetecek kadar fidye vermesi gerekir ayeti indiği zaman orucu yiyip fidye verenler vardı. Bu hal müteakip ayetin inmesine kadar devam etti. Bu ayet öncekini neshetti. Yani asıl hüküm şudur: “Kim Ramazan ayında hazır bulunursa orucunu tutsun” Buhari, Tefsir, Bakara 2, 26, Müslim, Sıyam 149 (1145), Ebu Davud, Savm 2 (2315), Tirmizi, Savm 75, (798), Nesai, Sıyam 63, (4, 190)
- Rivayetine göre oruca gücü yetmeyenin fidye vermesi gereğini beyan eden ayeti “fidyetün taamu mesakine” şeklinde (yani fakirlerin yiyeceği kadar fidye) okudu ve bu ayetin mensüh olduğunu söyledi.” Buhari, Tefsir, Bakara 2, 26
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Dua, ibadettir”, sonra şu ayeti okudu: “Rabbiniz: Bana dua edin ki size icabet edeyim. Bana ibadet etmeyi büyüklüklerine yediremeyenler var ya, alçalmış ve hakir olarak cehenneme gireceklerdir” buyurmuşlardır” (Mü’min, 60) Ebu Davud, Salat 358, (1479), Tirmizi, Tefsir 2, (2973, 3244), Daavat 2, (3369), İbnu Mace, Dua 1, (3828)
- Ramazan orucu farz kılındığı vakit, Müslümanlar ay boyu kadınlara temas etmezler. Bazı kimseler bu meselede nefislerine itimad edemiyorlardı. Bunun üzerine şu mealdeki ayet nazil oldu: “…Allah nefsinize güvenmeyeceğinizi biliyordu. Bu sebeple tövbenizi kabul edip sizi affetti.”(Bakara 187) Buhari, Tefsir, Bakara 2, 27
- Buhari, Ebu Davud ve Tirmizi’nin bir rivayetinde de şöyle gelmiştir: “Ashab-ı Muhammed (a.s)’in (başlangıçta) durumu şöyleydi: Bir kimse oruçlu iken, iftar vakti gelince, iftarını açmadan uyuyacak olsa, artık o gece yemediği gibi ertesi günü de yiyemez, o günün akşamına kadar beklerdi. Kays İbnu Sırma el-Ensari (r.a) oruçlu olduğu bir günde iftar vakti girince hanımına gelerek yiyecek bir şey olup olmadığını sordu. Kadın: “Hayır, yok!” ancak bekle, sana yiyecek arıyayım” dedi. Kays, gün boyu çalışan birisiydi, beklerken uyuyakaldı. Hanımı gelince baktı ki uyuyor: “Eyvah mahrum kaldın, yiyemeyeceksin” diye eseflendi. Ertesi gün, öğleye doğru Kays Radıyallahu Anh açlıktan baygın düştü. Durumu Resulullah (sav)’e anlattılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Oruç tuttuğunuz günlerin gecesi kadınlarınıza yaklaşmanız size helal kılındı” (Bakara, 187). Buna Müslümanlar fevkalade sevindiler. Arkadan, “Tanyerinde beyaz iplik, siyah iplikten sizce ayırt edilinceye kadar yiyin için..” ayeti nazil oldu.” Ayetin nuzülüne sebep olan zatın ismi Ebu Davud’da Sırma İbnu Kays ‘tır (r.a). Nesai’de ise rivayet şöyledir: “Ashaptan biri akşam yemeğinden önce uyursa, artık o gece ve ertesi gün güneş batıncaya kadar bir şey yiyip içmesi ona helal olmazdı. Bu durum şu ayet nazil oluncaya kadar devam etti: “Tan yerinde beyaz iplik siyah iplikten, sizce ayırt edilinceye kadar yiyin, için.” Buhari, Savm 15, Tirmizi, Tefsir 2, (2972), Ebu Davud, Savm 1
- Beyaz iplik siyah iplikten, sizce ayrılıncaya kadar yiyin için” ayeti indiği zaman “tan yerinde” kelimeleri henüz nazil olmamıştı. Bir kısım insanlar, oruç tutacakları zaman ayaklarına siyah ve beyaz (iplik) bağlar, bunlar görülünceye kadar yiyip içmeye devam ederlerdi. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk “Tan yerinde” kelimelerini inzal buyurdu. O zaman herkes anladı ki burada beyaz ve siyah ipliklerden maksat gündüz ve gece imiş.” Buhari, Savm 16, Tefsir, Bakara 2, 28, Müslim, Sıyam 35, (1091)
- Adiy İbnu Hatim (r.a) biri siyah, biri beyaz iki köstek bağı aldı. Bir gece bunlara baktı fakat biri diğerinden ayrılmıyordu. Sabah olunca durumu Resulullah (sav)’e şöyle bildirdi: “Yastığımın altına biri siyah biri beyaz iki iplik koydum.” Resulullah (sav) ona takıldı: “Beyaz iplikle siyah iplik senin yastığının altında iseler yastığın çok geniş olmalı” Buhari, Tefsir, Bakara 2, 28, Savm 16, Müslim, Sıyam 33, (1090), Ebu Davud, Savm 17, (2349), Tirmizi, Tefsir, 2 (2974-2975), Nesai, Sıyam 29, (4, 148)
- Resulullah (sav)’e: “Ey Allah’ın Resulü! Ayette geçen “beyaz ipliğin siyah iplikten ayrılması” nedir, bunlar iki iplik değil mi?” diye sordum da bana: “İki ipliğe baktı isen sen gerçekten kalın enselisin” dedi ve şu açıklamayı yaptı: “Hayır iki iplik değil, onun biri gecenin karanlığı, diğeri de gündüzün beyazlığıdır.” Buhari, Tefsir, Bakara 2, 28
- Ensar hac yapıp da döndükleri zaman evlerine kapılarından girmezlerdi. Onlardan biri hac dönüşü kapıdan evine girdi. Fakat hemşehrileri onu bu davranışı sebebiyle kınadılar. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “İyilik, evlere arkasından girmeniz değildir. Kötülükten sakınan kimsenin ameli iyidir. Evlere kapılarından girin” (Bakara, 189) Buhari, Tefsir, Bakara 2, 29, Umre 18, Müslim, Tefsir, Nisa, (3026)
- Allah yolunda infak edin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın. İhsanda bulunun. Allah ihsan edenleri sever (Bakara, 195) mealindeki ayetle ilgili olarak demiştir ki: “Bu ayet infak ile alakalı olarak nazil oldu.” Buhari, Tefsir, Bakara 2,31
- Medine’den gazve için yola çıktık. Niyetimiz İstanbul’du. Cemaatin başında Abdurrahman İbnu Halid İbnil-Velid vardı. Rum askerleri sırtlarını şehrin surlarına yaslamış müdafaada idiler. Bizden biri tek başına düşmana saldırıya geçti. Halk: “Dur, dur! Lailale illallah, eliyle kendini tehlikeye atıyor!” diye bağrıştılar. Ebu Eyyub el-Ensari hazretleri (r.a) atılarak “Ey Ensar topluluğu, bu ayet bizim hakkımızda indi. Cenab-ı Hakk, Resulullah (sav)’e yardım edip, İslam galebe çalınca biz: “Artık işlerimizin başında kalıp, onları yoluna koyalım” dedik. Bunun üzerine Allah-u Teala bu ayeti indirdi. Yani “Ellerimizle kendimizi tehlikeye atmak” demek malın-mülkün başında kalıp onları düzene koymak için cihadı terk etmektir.” Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2976), Ebu Davud, Cihad 23, (2512)
- Ka’b İbnu Ucre ‘ye (r.a) “Oruçtan yahut sadakadan yahut kurbandan bir fidye lazımdır” (Bakara, 196) mealindeki ayetten sordum. Dedi ki: “Başımda bitler kaynaştığı halde Resulullah (sav)’e götürüldüm. Beni görünce: “Meşakkatin, bu gördüğüm dereceye ulaşacağını zannetmezdim. Bir koyun bulabilecek misin dedi. “Hayır” cevabını verdim. [Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “…İçinizde hasta olan veya başından rahatsız varsa fidye olarak ya oruç tutması, ya sadaka vermesi ya da kurban kesmesi gerekir…” (Bakara, 196) Resulullah (sav): “Üç gün oruç tut veya her fakire yarım sa’ yiyecek vermek suretiyle altı fakiri doyur, başını traş et” dedi. Bu ayet hassaten benim hakkımda nazil oldu, ancak umumen hepimize şamildir.” Buhari, Tefsir, Bakara 2, 32, Meğazi 35, Tıbb 16, Müslim, Hacc 80, 85 (1201), Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2977), Ebu Davud, Menasik, 43, (1856), İbnu Mace, Menasik 8, 6, (3079), Muvatta, Hacc, 239 (1-117), Nesai, Menasik 96, (5,194-195)
- Ben hac sırasında, ücret mukabili hizmet veren birisi idim. Bana: “Senin haccın hacc sayılmaz” dediler. Bilahere İbnu Ömer ‘e (r.a) rastladım. O’na: “Ben hacc sırasında, ücretle hizmet veren birisiyim, halk bana: “Senin haccın hacc sayılmaz diyorlar” dedim, İbnu Ömer (r.a) “İhrama girmiyor, telbiye okumuyor, tavafta bulunmuyor musun?” dedi: “Hepsini yapıyorum” diye cevap verdim. Cevabım üzerine şu açıklamayı yaptı: “Senin haccın hacc sayılır. Nitekim Resulullah (sav)’e bir adam gelmiş, senin bana sorduğuna yakın şeyler sormuştu. Resulullah (sav) sükut buyurdu ve adama cevap vermedi, Derken şu ayet nazil oldu: “(Hacc mevsiminde, ticaret yaparak) Rabbinizden rızık istemenizde bir günah yoktur… (Bakara, 198). Bunun üzerine Resulullah (sav) o adamı çağırtarak, ayeti okudu ve: “Haccın hacc sayılır” buyurdu.” Ebu Davud, Menasik 7, (1733)
- Ukaz, Mecenne ve Zülmecaz cahiliye devrinin panayırları idi. İslam geldiği zaman halk, hac mevsiminde ticaret yapmayı günah addeder oldular. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Hac mevsiminde Rabbinizden rızık talep etmenizde sizin için bir günah yoktur.” Ayeti İbnu Abbas şu şekilde okudu. Buhari, Tefsir, Bakara 2, 34, Hacc 150, Büyu 1, Ebu Davud, Menasik 5, (1732), 7, (1734)
- Yemen ahalisi, hacca geliyorlar fakat beraberlerinde azık almıyorlardı. “Biz mütevekkil kimseleriz” diyorlardı. Mekke’ye gelince bu davranışlarını halka sordular. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Azıklanın, ancak bilin ki, en hayırlı azık takvadır” (Bakara, 197). Buhari, Hacc 6, Ebu Davud, Menasik 4, (1730)
- Kişi ihramsız olarak (yani Mekke’de ikamet edenler veya umre için gelip, umreden sonra ihramı çıkaranlar) Beytullah’ı ziyaret eder. Bu imkan, hacc niyetiyle ihram giymeye kadar devam eder. Arafat’a çıkınca, kime deve, sığır veya davardan kurban müyesser olmuşsa, dilediğini kurban eder. Bunlardan biri olmazsa, ona hacdaki, üç günün orucu terettüp eder. Bu günler, arefe gününden evvele ait olmalıdır. Bu üç günün sonuncu günü arefe gününe tesadüf ederse, bunda bir günah yoktur. Sonra Arafat’da vakfe’ye gider ikindi namazından akşam karanlığının gelmesine kadar vakfe’de kalır. İbnu Abbas anlatmaya üslubu biraz değiştirerek devam ediyor. Sonra Arafat’tan insanlar sökün edince, orayı terk etsinler. Topluca geceyi geçirecekleri yere (Müzdelife’ye) gelsinler. Orada Allah’ı çokça zikretsinler, sabah vakti girmezden önce bilhassa tekbir ve tehlili çok yapsınlar sonra buradan da topluca hareket etsinler. Çünkü (eskiden beri) herkes buradan hareket ederdi. Cenab-ı Hakk: “İnsanların toplu olarak sökün ettiği yerden siz de sökün edin, (eski yaptıklarınızdan) Allah’a af dileyin. Allah bağışlar ve merhamet eder” (Bakara, 199). Şeytan taşlayıncaya kadar akmaya (ve çok zikretmeye) devam edin. Buhari, Tefsir, Bakara 2, 35
- Cenab-ı Hakk’ın şu sözleri nazil olduğu zaman: “Yetim rüşdüne erinceye kadar, onun malına o en güzel olanından başka bir suretle yaklaşmayın”, keza “Yetimlerin mallarını haksız (ve haram) olarak yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar. Onlar çılgın bir ateşe gireceklerdir” (Nisa, 10) yanında yetim bulunanlar hemen gidip yetimlerin yiyeceğini ve içeceğini kendilerinin yiyip içeceklerinden ayırdılar. Yetime ait yiyecek ve içeceklerden bir şey artsa ona dokunulmuyor, yiyinceye veya kokuşup bozuluncaya kadar saklanıyordu. Bu hal, bir kısım müşkilatlara sebep oldu. Durum Resulullah (sav)’e arz edildi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Sana yetimleri sorarlar. De ki, “Onları faydalı ve iyi bir hale getirmek hayırlıdır. Şayet kendileriyle bir arada yaşarsanız onlar sizin kardeşlerinizdir” (Bakara, 220). Bu ayet üzerine yetimlerin yiyeceklerini ve içeceklerini kendi yiyecek ve içeceklerine karıştırdılar.” Ebu Davud, Vesaya 7, (2871), Nesai, Vesaya 11, (6, 256-257)
- İbnu Ömer (r a) Kur’an okuduğu zaman, okuma işinden çıkıncaya kadar hiç konuşmazdı. Bir gün ben (Mushafı, yüzünden takip ediverdim, o da ezberden) Bakara süresini okudu. Bir ayete gelince bana: “Bu ayet ne hakkında indi biliyor musun?” diye sordu. Ben “Hayır” deyince: “Şu, şu mesele için” diye açıkladı, sonra (okumaya) devam etti. Buhari, Tefsir, Bakara 2, 39
- Yahudiler: “Kadına arka istikametinden temas edilirse çocuk şaşı doğar” derlerdi. Bunun üzerine: “Kadınlarınız sizin (evlat yetiştiren) tarlanızdır. O halde tarlanıza dilediğiniz gibi gelin” ayeti nazil oldu” (Bakara 223). Buhari, Tefsir, Bakara 2, 39, Müslim, Nikah 117 (1435), Ebu Davud, Nikah 46, (2163), Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2982)
- Hazreti Ömer (r.a), Resulullah (sav)’e gelerek: “Ey Allah’ın Resulü mahvoldum” buyurdu. Hazreti Peygamber (sav): “Niye mahvoldun ne var?” diye sorunca açıkladı: “Bu gece bineğimi ters çevirdim (arka canibinden yanaştım). “Resulullah (sav) hiçbir cevap vermedi. Cenab-ı Hakk peygamberine şu ayeti vahyetti: “Kadınlarınız sizin tarlalarınızdır. Tarlanıza istediğiniz gibi gelin.” Dübüründen ve hayız halinde temastan kaçınmak şartıyla önden, arkadan, nasıl istersen öyle gel. Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2984)
- Allah, İbnu Ömer ‘i (r.a) mağfiret buyursun, bir hususta yanılmıştı. Şu Ensariler putperestti ve ehl-i kitaptan Yahudilerle birlikte idiler. Ensar (İslam’dan önce) ilim yönüyle Yahudilerin kendilerinden üstün olduklarına inanırlardı. Bu sebeple onların birçok davranışlarını aynen taklit ediyorlardı. Ehl-i kitaba has adetlerden biri de kadınlarına tek istikametten (yani ön cihetten) yanaşırlardı. Bu, kadın için de en uygun tarzdı. Ensar topluluğu, bu adeti de Yahudilerden aynen almıştı. Kureyşliler ise, kadınları hoş olmayan şekilde açarlar, onlara arka cihetlerinden, ön cihetlerinden, sırt üstü yatmış vaziyette yanaşırlardı. Medine’ye muhacir olarak Mekkeliler gelince onlardan bir erkek Medineli bir kızla evlendi. Erkek, kadına Kureyş usulünce temas etmek istedi. Kadın buna müsaade etmedi. “Bizde kadına tek istikametten temas edilir, sen de öyle yap, aksi halde bana dokunma” dedi. Onların bu ihtilafı büyüdü ve herkes duydu. Öyle ki Resulullah (sav)’e da intikal etti. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlanızdır. Tarlaya dilediğiniz gibi gelin” (Bakara 223). “Dilediği gibi” den maksat (istikamet olarak) önlerinden, arkalarından, sırt üstü yatmış olarak. Ancak bu geliş çocuk mahalline olacak.” Ebu Davud, Nikah 46, (2164)
- Resulullah (sav): “Kadınlarınız (çocuk yetiştirdiğiniz) tarlalarınızdır, tarlanıza dilediğiniz gibi gelin” ayetiyle ilgili olarak şöyle buyurdu: “Tek yoldan (ki o da çocuk yoludur) olmak kaydıyla dilediğiniz şekilde temas kurun” Tirmizi, Tefsir, Bakara, (2983)
- Kur’an’daki: “Allah sizi (dil alışkanlığı olarak maksatsız yapılan) lağv yeminleriniz için muaheze etmez” ayeti kişinin sözünde sıkça kullandığı, “vallahi evet”, “billahi hayır” gibi yeminleri için nazil oldu.” (Yukardaki metin Buhari’den alınmadır. Hadisi, Ebu Davud hem Hazreti Peygamber (sav)’in sözü olarak hem de Hazreti Aişe ’nin (r.a) sözü olarak iki şekilde rivayet etmiştir. İmam Malik Muvatta’da bu hadisle ilgili olarak şunu söyler: “Bu mevzuda işittiğimin en güzeli şudur: “Ayette geçen “Lağv”, bir kimsenin öyle bildiği için bir şey hakkında yaptığı yemindir, ancak sonradan, o şeyin, bildiği gibi olmadığını anlar. Bu durumda yaptığı yemin için kefaret gerekmez. Ancak bir kimse de çıkıp, günahkar ve yalancı olduğunu bile bile, birilerini memnun etmek veya bir malı ede etmek için yemin ederse bu öylesine büyük bir günahtır ki, bunun kefareti yoktur.”) Buhari, Eyman 14, Tefsir, Maide 8, Ebu Davud, Eyman 7, (3254), Muvatta, Eyman 9, (2, 477)
- Kur’an-ı Kerim’deki “Kocaları, bekleme müddeti içinde barışmak isterlerse onları geri almaya (herkesten) çok layıktırlar” (Bakara 228) ayeti hakkında şunu söyledi: “Erkek hanımını üç talakla da boşasa hanımını geri almaya herkesten daha çok hak sahibi idi. Ancak bu hüküm, Cenab-ı Hakk’ın şu sözü ile neshedildi: “Boşanma iki defadır. Ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır…” (Bakara, 229). Ebu Davud, Talak 10, (2195), Nesai, Talak 74, (6, 212)
- Cahiliye devrinde kişi hanımım boşar, iddeti sona ermeden geri almak isterse, alma hakkına sahipti. Bu şekilde bin kere boşayıp geri dönebilirdi. (Bu hal bir adamın şu hadisesine kadar devam etti.) Bir gün adam hanımını boşadı ve iddeti dolmak üzere iken hanımını geri aldı, sonra tekrar boşadı ve hanımına: “Allah’a kasem olsun seni evime almıyorum ve ebediyen başkasına da helal olmayacaksın” dedi. Kadın: “Bu nasıl olur?” deyince, adam: “Seni boşuyorum, iddetin dolmadan tekrar geri alacağım ve bu böylece devam edip gidecek” dedi. Kadın Hazreti Aişe ‘ye (r.a) gitti, durumu anlattı. Hazreti Aişe cevap vermedi. Resulullah (sav)’ı bekledi. Gelince vak’ayı anlattı. Resulullah (sav) da cevap vermedi (vahiy bekledi). Cenab-ı Hakk şu ayeti inzal buyurdu: “Boşama iki defadır ya iyilikle tutma ya da iyilik yaparak bırakmadır” (Bakara, 229). O günden itibaren insanlar bu yeni talaka yöneldiler, boşayan da boşamayan da. (Parantez içindeki açıklayıcı kısımlar Tirmizi’deki ziyadeden alınmıştır) Tirmizi, Talak 16, (1192), Muvatta, Talak 80, (2, 588)
- Benim bir kız kardeşim vardı. Evlenmek için buna müracaat edenler oldu. Fakat kimseye müspet cevap vermiyordum. Derken amcamın oğlu istedi. Kız kardeşimi ona nikahladım. Allah’ın dilediği kadar bir müddet beraber yaşadılar. Sonra amcam oğlu onu talak-ı ric’i ile boşadı. Ancak tekrar almadan terk etti. İddeti tamamlandı. Kız kardeşimle evlenmek isteyenler bana müracaat edince amcam oğlu da, müracaat ederek tekrar almak istedi. Kendisine: “Daha önce de çok isteyenler oldu, kimseye vermedim, seni hepsine tercih ederek sana verdim, seninle evlendirdim. Sen onu talak-ı ric’i ile boşadın. (Geri alma hakkın olduğu halde terk ettin ve iddeti doldu. Başkaları istemeye gelince, sen de talip odun, taleple almak istiyorsun. Allah’ıma kasem olsun onu asla sana vermeyeceğim” dedim. Ma’kıl der ki: Bunun üzerine benim hakkımda şu ayet nazil oldu: “Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiler mi, aralarında meşru bir surette anlaştıkları takdirde, artık kendilerini kocalarına nikah etmelerine engel olmayın” (Bakara, 232). Yine Ma’kıl ilave ediyor: “Ayet üzerine, yeminim için kefarette bulundum ve kız kardeşimi, eski kocasına nikahladım.” Buhari’nin bir rivayetinde şöyle denir: “Resulullah (sav) Ma’kıl’ı çağırdı, ayeti kendisine tilavet buyurdu. Bunun üzerine o, müşkülpesendliği bıraktı ve Allah’ın emrine boyun eğdi” (Buhari, Talak 44) Buhari, Tefsir, Bakara 2, 40, Talak 44, Ebu Davud, Nikah 21, (2087), Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (298)
- Kur’an’ın: “(Vefat iddeti bekleyen) kadınları nikahla isteyeceğinizi çıtlatmanızda… üzerinize bir vebal yoktur” (Bakara 235) ayetinden maksadı, “Evlenmeyi arzu eden kişinin: “Ben nikahlanmak istiyorum, kadına ihtiyacım var, saliha bir kadına kavuşmak istiyorum” demesidir” diye açıklamıştır. Buhari, Nikah, 34
- Resulullah (sav) Hendek Savaşı sırasında “Allah onların evlerini ve kabirlerini ateşle doldursun, bizim orta namazımıza mani oldular, güneş batıncaya kadar kılamadık” buyurdu. Bir rivayette: “Bizi, salat-ı vusta olan ikindi namazından ahkoydular” denir. Bir diğer rivayette: “Sonra ikindiyi akşamla yatsı arasında kıldık” denir. Buhari, Tefsir, Bakara 2, 42, Cihad 98, Meğazi 29, Daavat 58, Müslim, Mesacid 202-206, (627), Ebu Davud, 5, (409), Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2987), Nesai, Salat 14 (1, 236), İbnu Mace, Salat 6, (684)
- Aişe’nin azatlısı Ebu Yunus anlatıyor: “Hazreti Aişe (r.a), kendisine bir mushaf yazmamı emretti ve dedi ki: “Şu ayete gelince bana haber ver: “Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin” (Bakara, 238). Yazarken bu ayete gelince ona haber verdim. Bana şunu imla ettirdi: “Namazlara ve orta namazına ve ikindi namazına devam edin ve Allah için yalvaranlar olarak eda edin” (Bakara, 238). Hazreti Aişe (r.a): “Ben bunu Resulullah ’dan işittim” dedi. Müslim, Mesacid 207, (629), Ebu Davud, Salat 5, (410), Tirmizi, Tefsir, Bakara 2, (2986), Nesai, Salat 6, (1, 236), Muvatta, Salat 25, (1,138-139)
- Anlattığına göre, “Hazreti Hafsa ‘ya (r.a) bir mushaf yazıyormuş. Hazreti Hafsa (r.a) kendisinden, önceki hadiste “(Ebu Yunus’tan) Hazreti Aişe’nin talep ettiği hususu aynen talep ettiğini anlatmıştır.” Muvatta, Cema’a 25, (1, 139)
- Bera İbnu’l-Azib ‘den (r.a) naklettiğine göre, demiştir ki: “Önce şu ayet nazil oldu: “Namazlara ve bilhassa ikindi namazına devam edin.” Resulullah (sav) bunu bize Allah’ın dilediği müddetçe okudu. Sonra Allah bunu nashetti ve şu ayeti indirdi: “Namazlara ve bilhassa orta namazına devam edin.” Şakik’in yanında oturmakta olan bir zat kendisine: “öyle ise bu ikindi namazıdır.” Bera dedi ki: “Ben bu ayetin nasıl nazil olduğunu, Allah’ın nasıl neshettiğini sana haber verdim.” Müslim, Mesacid 208, (630)
- İmam Malik ‘e (r.a) ulaştığına göre, Ali İbnu Ebi Tâlib (r.a) İbnu Abbas (r.a), Ku’an’da zikri geçen “orta namaz”a, (salatu’l-vusta) sabah namazı demişlerdir. (Tirmizi, bu hadisi İbnu Abbas ve İbnu Ömer’den muallak (senetsiz) olarak zikretmiştir.) Muvatta, Cema’a 28, (1, 137), Tirmizi, Salat 133, (182)
- Zeyd İbnu Sabit ve Hazreti Aişe Radıyallahu Anh “Orta namazı, öğlen namazıdır” derlerdi. Muvatta, Cema’a 27, (1, 139), Tirmizi, Salat 133, (182), Ebu Davud, Salat 5, (411)
- Ebu Davud’un Zeyd ‘den (r.a) kaydettiğine göre, Hazreti Resulullah (sav) öğle namazını zevalden sonra sıcağın en şiddetli olduğu saatte kılardı. Resulullah (sav)’ın kıldığı namazlar içinde ashabına en zor geleni bu namaz idi. Bunun üzerine şu ayet nazil oldu: “Namazlara ve orta namazına devam edin.” Zeyd devamla dedi ki: “(Orta namazı, öğlen namazıdır, zira) bundan önce iki namaz var (birisi geceden -yatsı-, diğeri gündüzden -sabah-), ondan sonra da iki namaz var (biri gündüzden -ikindi- diğeri geceden -akşam-)”. Ebu Davud, Salat 5, (411)
- Hazreti Osman ‘a (r.a), Bakara suresinde geçen: “Sizden zevceler (ini geride) bırakıp ölecek olanlar eşlerinin (kendi evlerinden) çıkarılmayarak yılına kadar faidelenmesini (bakılmasını) vasiyyet etsinler” (Bakara 240), ayeti diğer bir ayetle (Bakara, 234) neshedildiği halde niçin bu mensuh ayeti de Kur’an-ı Kerim’e yazıyorsunuz?” diye sordum. Bana şu cevabı verdi: “Ey kardeşim oğlu bu ayeti terk mi edelim, (bunu mu söylüyorsun)? Hayır, ben hiçbir şeyi yerinden oynatmam. Buhari, Tefsir, Bakara, 2, 45
- Hazreti Peygamber (sav) şöyle buyurdular: “Her şeyin bir şerefesi var. Kur’an-ı Kerim’in şerefesi de Bakara süresidir. Bu surede bir ayet vardır ki, Kur’an ayetlerinin efendisidir: Ayetü’l-Kürsi Tirmizi, Sevabul-Kur’an 2, (2881)
- Resulullah (sav) bana: “Ey Ebu’l-Münzir, Allah’ın Kitabından ezberinde bulunan hangi ayetin daha büyük olduğunu biliyor musun?” diye sordu. Ben: “O Allah ki, O’ndan başka ilah yoktur, O, Hayy’dır, Kayyum’dur (yani diridir her şeye kıyam sağlayandır) (Bakara, 225) -ki buna Ayet’ü’l-Kürsi denir- dedim. Göğsüme vurdu ve: “İlim sana mübarek olsun ey Ebu’l-Münzir! Dedi.” Müslim, Müsafirin 258, (810), Ebu Davud, Vitr, 17, Salat 325, (1460)
- Resulullah (sav) beni Ramazan zekatını muhafazaya tayin etmişti. Derken kara bir adam gelerek zahireden avuç avuç almaya başladı. Ben derhal kendisini yakaladım ve: “Seni Resulullah (sav)’e çıkaracağım” dedim. Bana: “Ben fakir ve muhtaç bir kimseyim, üstelik üzerimde bakmak zorunda olduğum çoluk-çocuk var, ihtiyaçlarım cidden çoktur, şiddetlidir” dedi. Ben de onu salıverdim. Sabah olunca, Hazreti Peygamber (sav): “Ey Ebu Hureyre! Dün akşamki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, bana şiddetli ihtiyacından ve çoluk-çocuktan dert yandı. Bunun üzerine ona acıyarak salıverdim” dedim. Resulullah (sav): “Ama o sana muhakkak yalan söyledi. Haberin olsun, o tekrar gelecek!” buyurdu. Bu sözünden anladım ki, herif tekrar gelecek. Binaenaleyh onu beklemeye başladım. Derken yine geldi ve zahireden avuçlamaya başladı. Ben de derhal yakaladım ve: “Seni mutlaka Resulullah (sav)’e çıkaracağım” dedim. Yine yalvararak: “Beni bırak, gerçekten çok muhtacım, üzerimde çoluk-çocuk var, bir daha yapmam” dedi. Ben yine acıdım ve salıverdim. Ertesi gün Resulullah (sav): “Ey Ebu Hureyre, dün geceki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, bana ihtiyacından çoluk-çocuğundan dert yandı. Ben de acıdım ve salıverdim” dedim. “Ama” dedi, Resulullah: “O yalan söyledi fakat yine gelecek.” Üçüncü sefer yine gözetledim. Yine geldi ve zahireden avuç avuç almaya başladı. Onu yine yakalayıp: “Seni mutlaka Hazreti Peygamber (sav)’e götüreceğim. Bu üçüncü gelişin, üstelik sıkılmadan başka gelmeyeceğim deyip yine de geliyorsun” dedim. Yine bana rica ederek şöyle söyledi: “Bırak beni, sana birkaç kelime öğreteyim de Allah onlarla sana fayda ulaştırsın”. Ben: “Nedir bu kelimeler söyle!” dedim. Bana dedi ki: “Yatağa girdin mi Ayetü’l-Kürsi’yi sonuna kadar oku. Bunu yaparsan Allah senin üzerine muhafız bir melek diker, sabah oluncaya kadar sana şeytan yaklaşamaz”. Ben yine acıdım ve serbest bıraktım. Sabah oldu, Resulullah (sav): “Dün akşamki esirini ne yaptın?” diye sordu. Ben: “Ey Allah’ın Resulü, bana birkaç kelime öğreteceğini, bunlarla Allah’ın bana faide ihsan buyuracağını söyledi, ben de kendisini yine serbest bıraktım” dedim. Resul-i Ekrem (Sallallahu Aleyhi ve Sellem): “Neymiş onlar?” dedi. Ben: “Efendim, döşeğine uzandığın vakit Ayetü’l-Kürsi’yi başından sonuna kadar oku. (Bunu okursan) Allah’ın koyacağı bir muhafız üzerinden eksik olmaz ve ta sabaha kadar şeytan sana yaklaşmaz!” dedi, cevabını verdim. Resulullah (sav) bunun üzerine: “(Bak hele!) o koyu bir yalancı olduğu halde, bu sefer doğru söylemiş. Ey Ebu Hureyre! Üç gecedir kiminle konuştuğunu biliyor musun?” dedi. Ben: “Hayır!” cevabını verdim. “O bir şeytandı” buyurdular. Buhari, Vekale 10
- Dinde zorlama yoktur (Bakara 256) ayeti Ensar hakkında inmiştir. Şöyle ki: Medine’de çocuğu yaşamayıp ölen kadınlar, “çocuğum yaşarsa Yahudi dini üzerine yetiştireceğim” diye adakta bulunurdu. Benu Nadir Yahudileri Medine’den sürüldükleri vakit, bunlar arasında Yahudileştirilmiş çok sayıda Ensar çocuğu vardı. Ensariler: “Çocuklarımızı onlara terk etmeyiz” dediler. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk: “Dinde zorlama yoktur, artık iman ile küfür apaçık meydana çıkmıştır…” (Bakara) ayetini inzal buyurdu. Ebu Davud, Cihad 126, (2682)
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Hazreti İbrahim (a.s)’in şu sözleriyle ifade ettiği şüpheyi yaşamaya biz ondan daha layığız: “Ey Rabbim ölüleri nasıl dirilteceğini bana göster” demiş, (Allah: “Buna) inanmadın mı yoksa” demiş, o da: “İnandım, fakat kalbimin, (gözümle görerek) yatışması için (istedim, diye) söylemiştir (Bakara, 260). Allah, Lut (a.s)’a rahmetini bol kılsın, aslında o çok muhkem bir kaleye sığınmıştı. Eğer, Hazreti Yusuf (a.s)’un kaldığı müddetçe hapiste ben kalsaydım, davete icabet ederdim.” Buhari, Enbiya 11, 15, 19, Tefsir, Yusuf 5, Tazir 9, Müslim, İman 238, (151), Fedail 152, (151), Tirmizi, Tefsir, Yusuf 12, (3115)
- Tirmizi’nin bir rivayetinde Hazreti Yusuf’la ilgili olarak Resulullah (sav) şöyle buyurmuştur: “Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim oğlu Kerim, İbrahim oğlu İshakoğlu Yakup oğlu Yusuf’tur. Ve ilave etti: “Şayet, hapiste onun yerine ben yatmış olsaydım da, sonunda bana elçi gelseydi, çıkma hususunda hemen cevap verirdim.” Resulullah (sav) arkadan şu ayeti okudu: “Kendisine elçi gelince, “Efendine dön de ellerini kesen o kadınların zoru neydi kendisine sor” dedi. Resulullah (sav) devamla şunu söyledi: “Allah Teala’nın rahmeti Lut’a olsun, o aslında çok sağlam bir kaleye sığınmışta Allah ondan sonra, her peygamberi kavminden kalabalık bir cemaat içinde gönderdi.” Tirmizi, Tefsir, Yusuf, (3115)
- Ömer İbnu’l-Hattab (r.a) Resulullah (sav)’ın ashabına sordu: “Şu ayet kimin hakkında nazil olmuştur? “Sizden herhangi biri arzu eder mi ki, hurmalardan, üzümlerden kendisinin bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, orada kendisinin her çeşit meyveleri bulunsun. Fakat ona ihtiyarlık çöksün, aciz ve küçük çocukları da olsun, derken o bahçeye içinde bir ateş bulunan bir bora isabet etsin de o, yanıversin?” (Bakara, 266). Cemaat: “Allah ve Resulü daha iyi bilir” cevabını verdi. Hazreti Ömer (r.a) bu cevaba kızdı ve: “Biliyoruz veya bilmiyoruz” deyin dedi. Bunun üzerine İbnu Abbas (sav): “Bu hususta içimden bir şeyler geçiyor ey müminlerin emiri” dedi. Hazreti Ömer (r.a) ona: “Ey kardeşimin oğlu söyle onu, kendini küçük görme” dedi. İbnu Abbas: “Bu, bir iş için misal olarak verilmiştir” deyince Hazreti Ömer: “Hangi iş için?” diye tekrar etti. İbnu Abbas da: “Zengin bir kimsenin işi için, öyle ki bu zengin Allah’a da kulluk ve itaatini yerine getiriyordu. Sonra Allah ona şeytanı gönderdi. (Zengin onun iğvasına kapılarak günahlar işledi ve sonunda bütün (salih) amellerini batırdı.” Buhari, Tefsir, Bakara 47
- İğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın.. (Bakara, 267) mealindeki ayet biz ensar hakkında indi dedi ve anlattı: “Biz hurma yetiştiren kimselerdik. Herkes, hurmasından az veya çok oluşuna göre tasadduk ederdi. Bu cümleden olarak, kişi bir iki hurma salkımı getirir onu mescide asardı. Mescitte kalan Ehl-i Suffa’nın yiyeceği yoktu. Bunlardan biri acıktığı zaman, salkıma gelir, sopasıyla vurur, ondan bir miktar hurma düşürür ve yeredi. Hayrı düşünmeyenlerden bazıları, içerisinde kalitesiz hurmaların çokça bulunduğu salkımlardan, bazıları kırık adi salkımlardan getirip asıyordu. Bunun üzerine Cenab-ı Hakk şu ayeti indirdi: “Ey iman edenler: Kazandıklarınızın temizlerinden ve size yerden çıkardıklarımızdan sarf edin, iğrenmeden alamayacağınız pis şeyleri vermeye kalkmayın. Allah’ın müstağni ve övülmeye layık olduğunu bilin.” Resulullah (sav) ayeti şöyle açıkladılar: “Sizden biri, sadaka olarak verdiği şeyin benzeri, kendisine verildiği takdirde onu istemeye istemeye, utanarak alacağı şeyden almamasına dikkat etsin.” İbnu Abbas der ki: “Bundan sonra hepimiz, sahib olduğumuz şeylerin iyilerinden verir olduk.” Hadisi, Tirmizi rivayet eder ve sahih olduğunu belirtir (Tefsir, (2990). Hadisi ibnu Mace, Zekat’ın 19, (1822)babında kaydeder. Tirmizi, Tefsir, 2990, İbnu Mace, Zekat 19, (1822)
- Resulullah (sav) buyurdular ki: “Şeytan da, melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi hak ve hayra, iyiliğe çağırmak ve kötülükten uzaklaştırmaktır. Kim içinde hakka, hayıra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa bilsin ki bu Allah’tandır ve hemen Allahu Teala’ya hamd etsin. Kim de içinde şerr ve inkara çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah’a sığınsın.” Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) bu sözlerine şu mealdeki ayeti ekledi: “Şeytan sizi fakir olacaksınız diye korkutur, size cimriliği emreder..” (Bakara 268). Tirmizi, Tefsir, (2991)
- Abdullah İbnu Ömer (r.a): “İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azap eder, Allah her şeye kadirdir.” (Bakara 284) ayetinin müteakip ayet tarafından neshedildiğini söylemiştir.” Buhari, Tefsir, Bakara 54, 55
- Cenab-ı Hakk’ın şu mealdeki sözü nazil olunca: “İçinizdekini açıklasanız da gizleseniz de Allah sizi onunla hesaba çeker ve dilediğini bağışlar, dilediğine azab eder…” (Bakara, 284) bu ihbar Sahabe ‘ye (r.a) çok ağır geldi. Resulullah (sav)’e geldiler, diz çöküp oturdular ve dediler ki: “Ey Allah’ın elçisi, bize yapabileceğimiz işler emredildi: Namaz, oruç, cihat ve sadaka, bunları yapıyoruz. Ama Cenab-ı Hakk sana şu ayeti inzal buyurdu. Onu yerine getirmemiz mümkün değil.” Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem) onlara: “Yani sizler de sizden önceki Yahudi ve Hıristiyanlar gibi “dinledik ama itaat etmiyoruz” mu demek istiyorsunuz? Hayır öyle değil şöyle deyin: “İşittik itaat ettik. Ey Rabbimiz affını dileriz, dönüş sanadır.” Ce-maat bunu okuyup, dilleri ona alışınca, bir müddet sonra Cenab-ı Hakk şu vahyi inzal buyurdu: “Peygamber ve inananlar, O’na Rabbi’nden indirilene inandı. Hepsi Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine inandı. Peygamberleri arasında hiçbirini ayırt etmeyiz, işittik, itaat ettik, Rabbimiz! Affını dileriz, dönüş sanadır” dediler (Bakara 285). Ashap bunu yapınca Allah, önceki ayeti neshetti ve şu ayeti inzal buyurdu: “Allah kişiye ancak gücünün yeteceği kadar yükler, kazandığı iyilik lehine, ettiği kötülük de aleyhinedir. Rabbimiz! Eğer unutacak veya yanılacak olursak bizi sorumlu tutma. (Resulullah bu duayı yapınca Allah Teala hazretleri: Pekala, yaptım buyurmuştur). Rabbimiz bizden öncekilere yüklediğin gibi bize de ağır yük yükleme! (Allah Teala hazretleri: Pekiyi, buyurmuştur). Rabbimiz! Bize gücümüzün yetmeyeceği şeyi taşıtma (Rabb Teala hazretleri: Pekiyi, dedi). Bizi affet, bizi bağışla, bize acı. Sen Mevlamızsın, kafirlere karşı bize yardım et (Rabb Teala buna da Pekiyi demiştir). Müslim, İman 199, (125)
- Hazreti Peygamber (sav) buyurdular ki: “Allah Teala, ümmetim, içinden geçen fena şeylerle amel etmedikçe veya onu konuşmadıkça o şey yüzünden ümmetimi hesaba çekmeyecektir.” Buhari, Eyman Ve’n-Nüzür 15, Itk 6, Talak 11, Müslim, İman 201, (127), Ebu Davud, Talak 15, (2209), Nesai, Talak 22 (6, 156), Tirmizi, Talak 8, (1183), İbnu Mace, Talak 14, (2540)
YAZAR BİLGİSİ
YORUMLAR