Soru: Miraç Gecesi Hakkında Bilgi Verir Misiniz?
İçindekiler
MİRAÇ GECESİ
Miraç, göğe çıkma, yükselme, Hazret-i Muhammed ‘in (sav) göğe çıkarak Allâh Teâlâ ile görüşmesi anlamına gelmektedir. Yüce Rabbimiz Kuran’da şöyle buyurmuştur;
- “Kulunu bir gece, Mescid-i Harâm’dan kendisine bâzı âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allâh, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla görendir.” (İsra/1)
Miraç gecesi ile ilgili Resulullah’ın söylediği bazı hadisler şunlardır;
- Allâh Resulü (sav), o gece Mescid-i Aksâ’da bütün peygamberlere imâm olup namaz kıldırdı. (İbn-i Sa’d, I, 214)
- Ebû Hureyre (r.a)’tan rivayet edildiğine göre, İsrâ gecesi Resul-i Ekrem (sav), birinde şarap diğerinde süt bulunan iki kâse getirildi. Hazret-i Peygamber (sav) şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercih etti. Bunun üzerine Cebrail: “Seni, insanın yaratılış gayesine uygun olana yönlendiren Allah’a hamd olsun. Şayet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.” Dedi. (Müslim, Îman, 272; Eşribe, 92)
Efendimizin (sav) Dilinden Miraç Hadisesi
Efendimiz (sav) bu hâdiseyi şöyle anlatırlar: “Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim. Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl (a.s) beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
- “Gelen kim?” denildi.
- “Cibril!” dedi.
- ‘Berâberindeki kim?” denildi.
- “Muhammed (sav)” dedi.
- “Ona Miraç dâveti gönderildi mi?” denildi.
- “Evet!” dedi.
- “Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!” denildi ve kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem (a.s) gördüm. “Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!” denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana: “Salih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi.
- Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ (a.s) ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı. Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf(a.s) ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hazret-i İdrîs (a.s) ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile, altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ (a.s) ile karşılaştık. “Salih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na: “Niye ağlıyorsun” denildi. “Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha çok!” dedi.
- Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm (a.s) ile karşılaştık. Cebrâîl (a.s): “Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!” dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra: “Salih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi. Daha sonra bana: “Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.” dedi.
- Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrâîl (a.s) bana: “İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır! Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.” “Bunlar nedir, ey Cibrîl?” diye sordum. Cebrâîl (a.s): Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!» dedi…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418)
- Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl (a.s): “Ey Allâh’ın Rasûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem: “Niçin ey Cibrîl?” diye sordu. O da cevâben: “Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)
Miraç ‘ta Hediye Edilen 3 Şey
- Namaz: Miraç’daki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Mûsâ -aleyhisselâm-’ın tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Her kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevap yazılır, yaptığı takdirde ise on sevap yazılır. Her kim de, bir kötülük yapmak ister, ancak onu yapmazsa, kendisine günah yazılmaz. Şâyet o kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!” (Müslim, Îman, 259)
Bu husustaki uzun hadîs-i şerîfte beyân olunduğu üzere Allâh Teâlâ, başlangıçta elli vakit olarak emredilmiş olan namazı, Rasûl-i Ekrem Efendimiz’in müteaddid mürâcaatı ile beş vakte indirmiştir. Bunun mânâsı, insanlar üzerindeki hukûkullâh îcâbı olarak namazın elli vakit kılınmasının müstehak olduğu, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutf u keremi ile bu mükellefiyetin bire on nisbetinde azaltıldığıdır. Esâsen Cenâb-ı Hakk’ın: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât/56)
Namaz emri elli vakitten başlatılıp bilâhare Hazret-i Peygamber -aleyhissalâtü vesselâm-’ın mürâcaatı ile beş vakte indirilmiştir.
2. İstikametini imana çeviren herkesin, sonunda cennete gireceği müjdesidir.
Allâh Resûlü (sav) hitâben: “Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248)
3. Bakara sûresinin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir. Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e (Mîrâc’da) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi…” (Müslim, Îman, 279)
Peygamberimiz (sav) Allah’ı Görmüş Müdür?
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (Necm, 17-18)
İbn-i Abbâs ’tan gelen rivâyete göre Rasûl-i Ekrem (sav): “Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben: “Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292)
Peygamber Efendimiz (sav) ‘in Cehennem Ehlini Görmesi
Allâh Resûlü (sav) Mîrâc’da bir topluluğa uğradılar ve gördüler ki, onların dudakları deve dudağı gibidir. Birtakım vazîfeli memurlar da onların dudaklarını kesip ağızlarına taş koyuyor. “Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu. Cebrâîl (a.s): “Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” dedi. (Taberî, XV, 18-19)
Sonra Rasûlullâh (sav) başka bir topluluğa rastladı. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı: “Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu. Cebrâîl (a.s): “Bunlar, (gıybet etmek sûretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır.” Cevâbını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4878)
Daha sonra Efendimiz (sav) orada; zinâkârları, leş yiyen bedbahtlar olarak; fâiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde gördü.
Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur:“Eğer benim bildiğimi sizler de bilmiş olsaydınız, muhakkak ki, pek az güler ve çok ağlardınız!” buyurmuştur. (Buhârî, Tefsîr, 5/12)
Rasûlullâh (sav) yine Miraç ’da yaşadığı müşâhedelerle alâkalı bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır: “Miraç Gecesi’nde cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm: “Sadaka on misliyle, borç vermek ise on sekiz misliyle mükâfâtlandırılacaktır.”
Efendimiz (sav): “Ey Cibrîl! Borç verilen şey niçin sadakadan daha üstün oluyor?” diye sordum. “Çünkü, sâil (çoğu kere) yanında para olduğu hâlde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talepte bulunur.” cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19)
Efendimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “(Mîrâc esnâsında) cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenler ekseriyâ fakirler idi. Zenginler de (hesap vermek için) mahpus idiler. Bunlardan cehennemlik olanların ise ateşe atılmaları emredilmişti. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin ekserisi kadınlardı.” (Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, Zühd, 93)